25 Temmuz 2012

Arkadaşıma

Dört gün önce konuşmuştuk, iki arada bir derede o hep çok meşgul halimizin arasına sıkıştırıvermiştik üç beş cümleyi.
"Aldın mı kızı ziyo?" diye takılmıştım sana,
"Aldım galiba denizim, halayını da ekim'de çekeriz" demiştin.
"Merve'mi de ararım tebrik etmek için" dedim.
Sonmuş konuşmamız kardeşim. Şimdiye kadar yapılan konuşmalarımız hep geçmişe, hep geleceğe dairmiş. An'dan bahsetmeyi hep geçiştirmişiz. Bir kaç gün sonra merve aradığında, telefonu "of ya ben seni arayacaktım, kızdın mı?" diye açarken... sarsıldım. Hastane kapısında hergün bekledik, dua ettik, inanmak istedik. Hatta rüyamda gördüm seni, sana geçmiş olsun çiçeği ulaştırmaya çalışıyordum da yolumu bir türlü bulamıyordum. Anlattım herkese kalkınca sana da anlatacaktım, gelenekselleştireceğimiz teras-mangal sefamızda. Aynı günlerde davetli olduğum bir düğün vardı, gelemem dedim, içime de sinmez hiç tadım da yok boşver.

Sonrası, başkalarına ait çok kalabalık bir filmi dışarıdan izler gibi. Yaşadıklarımızı bizim yaşadığımıza inanmakta hala zorlanıyorum. Çok kez gözlerimi sımsıkı yumdum, kulaklarımı tıkadım ama açtığımda her şey aynıydı. Mecazen kullanılan kelimelerin, aslında kullanılmadan evvel fiziksel olarak varlığını tecrübe edip kullanılmaya başlandığını farkettim. Mesela kalp acısı diye kullandığımızın, kalbinin gerçekten acıması, canının yanması olduğunu.
Düşündüm de tanıştığımızdan beri bir kere bile üzmemişsin ne beni ne sevgilimi, sordum ona da; aynısını söyledi. Keşke bir kere kocaman üzmek yerine, ara ara kızdırsaydın bizi, zaten hemen barışırdık.
Büyükada'ya gelince; sevgilim ve benim için artık sadece seni hep ziyaret edeceğimiz bir yer. Eğleneceğimiz günler bir başka zamana kaldı, hiç bitmeyecek bir zamana. Bir gün gelecek buluşacağız, o güne kadar bizlere sabır, sana huzur canım arkadaşım...