29 Kasım 2011

2012 Yeni Yıl Hediye Seçenekleri

Yaklaşık bir ay gibi bir süremiz var. Yeni yıl geliyor ve siz de hediye vermeyi seviyor ama ne hediye alacağım diye her sene olduğu gibi bu sene de kara kara düşünüyorsanız; yazıyı okumaya devam etmelisiniz :) Hediye dediğin bir tane değil ki, al al bitmiyor. Bazen keşke noel baba ile kanka olsaydım, hem kendim için hediye siparişi verir, hem de eşe dosta armağan seçme işini onun tecrübesine bırakırdım diye düşünüyorum. Böylelikle yeni yıl geldiğinde iki ayağım bir pabuca girmemiş olurdu. Gel gör ki gerçekler böyle değil. İş başa düştü, araştırmaya koyuldum, hazır kendim için araştırma yapıyorken, blogumda da paylaşayım bir faydam olsun dedim...Rica ederim ne demek...

Öncelikle yazının devamında çeşitli hediye fikirlerini, ardından da alternatif olabilecek siteleri bulabilirsiniz.

Tercihlerim genelde kişiye özel veya birlikte yapabileceğiniz ya da kendisine zaman ayırmasını sağlayacak hediyelerden yana oluyor.
Örneğin, annenizin tüm yorgunluğunu alacak bir bali masajı kendisini cennette hissettirecektir. Kokoş bir anneniz mi var yüz ve vücut bakımlarından oluşan bir paket gözlerini parlatacaktır. Biricik annenize tabak, tencere, mutfak robotu almayı bırakın artık valla çok itici oluyor benden söylemesi. İyi bir seçim için: http://www.sandaspa.com/ ... (benim annem hediyesine bayılmıştı)



Babanız, kardeşiniz, eşiniz ya da sevgiliniz grubuna giren erkekler için ise; bütçeye göre bir spor klübü üyeliği İyi bir seçim için:  http://www.hillside.com.tr/ ya da www.marsathletic.com/

Binicilik, yelken, fotoğraf kursu da alternatifleriniz olabilir. İyi bir seçim için: http://www.muammeryanmaz.com/
(Blogcunun da gittiği harika bir mağara!)



Romantik bir hediye olsun derseniz; bir-iki akşam herşeyden uzak, birbirinize yakın kalabileceğiniz buyrun konaklama seçenekleriniz...İyi bir seçim için: http://www.gezlong.com/

Ofis arkadaşları ve yakın dostlar için esprili hediyeleri bulabileceğiniz http://www.buldumbuldum.com/

Kurumsal ve VIP hediyeleriniz için ise http://www.beymen.com/ 'dan 2012 kataloğunu incelemenizi tavsiye ederim. Gerçekten çok şık hediye seçeneklerine yer vermişler.

Daha samimi olduğunuz hediye sahipleri için birlikte olduğunuz bir fotoğraflardan, iyi bir seçim için:  http://www.fottom.com/ 'da tuval yaptırabilir, mousepad ya da puzzle bile yaptırabilirsiniz.

En yakın arkadaşınızın bebeği oldu...Bebeği için hediye seçmeniz gözlerinin dolmasına yetecektir. Klasik olmuş; tulum, zıbın, 2'li,3'lü,5'li giysi takımları yanısıra, mama takımı, odasına kapı süsü, müzikli dönenceler bu klasik isteğinize cevap verebilir. Biraz daha kişiye özel hale getirmek isterseniz; iyi bir seçim için:  http://www.kidomino.com/ veya http://www.nnbabygifts.com/ 'dan minişlerin ismine özel hazırlanan tulumdan,banyo havlusuna kadar her türlü ürünü bulabilirsiniz.





Pozitif

28 Kasım 2011

Yarabandı

Nasıl da gıpta edilesidir uzun soluklu arkadaşlıklar, dostluklar, en pahalı mücevherlerin sahibidir de bilmez sahip olan. Ortak geçmişinizde, emek harcanmış, omuz sağlanmış, sırt sıvazlanmıştır, birlikte kahkahaların en coşkulusu atılmış, dedikodunun en gizlisi yapılmıştır. Bilmek, inanmak istersin ki, iyi günde, kötü günde hep vardır arkadaşların. Sende onların hem iyi, hem kötü gününde varsındır ne de olsa.

Hayat bu ya; zor günler geçiriyordur arkadaşın; destek çıkarsın, tam da tökezlediği anda, "düştüm" dediği anda, düşmemesi için tutarsın. Ben burdayım korkma arkadaşım atlatacaksın hepsini der yüreğin. Üzülürsün senden başka birinin çektiği acılar ya da zorluklar için, sinirlenirsin gördüğü haksızlığa. Arkadaşındır ya, ha sen ha o, ne farkeder, bunu hakedecek ne yaptı diye öfkelenir, belli etmez, sakin sakin nasihat edersin, göremediği, karanlık sandığı geleceğinin ışıklarını anlatırsın. Umudu olmak için uğraşırsın. Sonra yine hayat bu ya, zorluklar, acılar geçmeye başlar, yarası dağlanır arkadaşının. Sana artık o kadar da ihtiyacı kalmamıştır, hissedersin bunu. Daha az aranırsın artık, ağlayacak omuza da gerek kalmamış, toparlanmaya başlamıştır aklı, yüreği. Velhasıl senin desteğin olmadan devam edebilir, kendi başına yürüyebilir hale gelmiştir. Sevinirsin bir yandan, artık daha iyi diye. Sonra aniden yüreğine bir olta iğnesi saplanır. Yakar acısı, kanatmaya çalışır yüreğini. Kötü günleri geçti diye sevinir, kötü gün dostu olduğun için kendine bir aferin verir, artık aranıp, sorulmadığın, önemsenmediğini farkedip üzülürsün...Yara bandı gibi hissedersin. Yaralanınca yana yakıla aranıp yaraya yapıştırılan, üç gün sonra yara iyileşmeye başlayınca çıkartılıp atılan yara bandı gibi.

Birini başka birine anlatırken denir ya hani "kötü gün dostudur" diye. Kötü gün dostu var mıdır, arkadaşlarının kaçı bu taraftadır düşünür insan. Hemen aklınızdan isimler geçmeye başlıyor değil mi? Bırakın sıralamaya, seçmeye çalışmayı.Bu sefer başka bir yerden dönüp bakın; siz kötü gün dostlarınızın ne kadar dostusunuz?...

1 Kasım 2011

Renklerden sarı koydum Ekim'in adını...

Bundan böyle her ayın bitiminde, devirmiş olduğumuz ay boyunca neler yaptığımı özetleyerek bloguma not düşmeye karar verdim. Böylelikle hem hafızam silinmemiş,hem gerekli özeleştiriler yapılmış, değerlendirme raporları oluşturulmuş, çıkartılacak dersler bir bir belirlenmiş olacak. Ve işte huzurlarınızda; renk olsa sarı, içecek olsa ince bellide demli bir çay, hayvancık olsa kedi olacak olan EKİM!

Ekim ayına dair ilk hatırladığım, departman değişikliği ve ilanının resmen yapılmış olması ve bana da "haydi kendi kanatlarınla uç" denmesiydi. Eveeeet artık bu holding'in dört departmanını birden asiste eden bir yönetici asistanıyım; yok yöneticiler asistanıyım...Allah bana kolaylık versin diye kendim için dua edip aminliyorum. Eller birini idare etmeye çalışırken, müthiş potansiyelim sayesinde dördünü çekip çevirmek için kendimi paralamışım da haberim yok.
(Ders 1: Çok çalışmalı ve dikkatini toplamalısın)

Ekim ayının ikinci hatırlananı olan bu durum; bir cumartesi sabahı uyanıp, alnımda, burnumda, yer yer saçımın yüzümle birleştiği noktalarda kıpkırmızı, kabarık pütürlü, kaşınması geçmeyen "Seboreik Dermatit" olduğumu öğrenmemdi. O da ne ki derseniz, az önce bahsettiğim belirtileri gösteren, stresten coşup ortaya çıkan bir çeşit egzama imiş. Gittiğim dermatologdan bu tespiti öğrendikten ve verilen ilaçları bir hafta kullandıktan sonra sakinleşip, geçti. Her stres artışı döneminde tekrarlayacağını unutmayarak, önce kendime sonra hepimize stresten uzak o rüya gibi günleri diliyorum.
Bu ayın ikinci hastalığı ise bildiğiniz nezle; geniz yanması, ardından burun akıntısı, ve öksürük...Ama bunda benim hiç bir günahım yoktu sevgili okur, spor klübüne hasta hasta gelen o yüce insanlar canım kocama, canım kocam bana şeklinde zincirledik bulaştırmayı. Neyse ki ben bildiğim kadarı ile kimseye bulaştırmadan kendi içimde imha ettim mikropları.
(Ders2: Hastalık bu.. onu bile dert etmeyeceksin, maazallah hasta olursun)

Hastalıklar biterken, benim değil tüm Türkiye'nin içini yakan, şehit haberleri ardından van depremi... Söylenecek çok şey var içimde, denedim bir kaçını söylemeyi, yok söylesemde acım, üzüntüm geçmiyor.
Hep derler ya ateş en çok düştüğü yeri yakıyor...Benim acım onların acısının yanında ne ki?
Bir de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız var. Kutlamaları bahaneler ile bu sene iptal edilse de biz millet olarak kutladık, herkese, herşeye inat...Tüm Türklerin Cumhuriyet Bayramı sonsuza dek kutlu olsun!
(Ders3: Değerlerini hiçbir zaman kaybetme)

Düğün dernek'de durmuyor tabi; ilişkilerinde yıllarını devirmiş bir çiftimizi daha evliler grubuna alkışlar eşliğinde aldık geçtiğimiz ay. Fatih&Gözde çiftine ömür boyu mutluluklar dilerken, eski arkadaşları, ahbapları görüp iki lafın belini kırıverdik bu vesile ile.
(Ders4: Arkadaşlarınla daha sık görüşmek mutluluk verir)

Son olarak babamın hastalığı nedeniyle, artık dördüncü kata kadar merdiven çıkması pek mümkün olmadığı için aranan ev nihayet bulundu. Eski mahallemizde, dostların arasında, temiz, mütevazi bir bahçe katı. Kasım ayında taşınmalarını planlıyoruz, umarım yeni ev yeni mutluluklar, yeni umutlar getirir canım aileme...
(Ders5: Yenilik yapmak güzeldir, yenilenmek için çabala)

Önümüzdeki Kasım ayının bilinen gündem başlıkları ise sevgilimin doğumgünü ardından kurban bayramı ve muhteşem izin günleri olarak görünüyor, bakalım neler eklenecek. Ayrıca sürüncemede kalan işlerimi de buraya not edip kendime bir yaptırım uygulamak istiyorum izninizle. Hala üye olunacak spor klübüne karar verilmedi, hala eve gelecek olan "işte bu dediğim" temizlikçi bulunamadı, hala satın aldığımız büyük ayna yerine asılmadı. Ayrıca gitmem gereken bir fotoğraf atölyesi, dişçi ve kalp damar cerrahi muaynem bulunmaktadır. Derhal halledilsinler !!

17 Ekim 2011

Ofis Hayatı

1. Tepede dikilenler
Sessizce gelir ensenize dikilirler. Muhabbet etmek isteseniz uzatmazlar, sırtınızda bir gölge gibi durup bilgisayar ekranınıza bakarlar. Mail’lerimi mi merak ettin? Çalışıyor muyum diye mi bakıyorsun? Çok mu sıkıldın? Derdin ne arkadaşım?
2. Asansörde kilo komiklikleri
Çok kişi alan ve her katta durduğu için uzun bir maceraya dönen işyeri asansörlerinde bazı komiklikler lütfen artık yasaklansın. Sonradan binen ‘Beni taşır mı?’ diye sormasın, ‘Gel sen kaç kilosun ki, tüysiklet’ deyip daracık yerde koca koca kahkahalar atmasın. Asansörde kilo polemiği istemiyoruz.
3. Cep telefonunu masada bırakanlar
Adı üzerinde ‘cep telefonu’; cepte durması lazım. Ama bazı iş arkadaşlarımız masasının üzerinde bırakıp yemeğe, tuvalete, çaya, kahveye gitmeyi pek sever. Sesten bunalıp açmaya kalksanız, ‘Buyrun bilmem kimin telefonu…’ başlıklı tiyatro başlar.
4. Habire ‘Hadi bir kahve içelim’ diyenler
Bu arkadaşlar ya işini erkenden bitiren tezcanlılardır ya da kaytarmanın yolunu bulmuş aylaklar… Tam işinizin ortasında, ‘Hadi bir kahve içelim’ diye tutturur, ‘Şu ara zor’ dediğinizde alınırlar. Günde üç defa olunca, yıpratır.
5. Yüksek sesle müzik dinleyenler
Çalışırken müzik iyidir ama bildiğiniz gibi insan evladı cins cins. Birinin hoşlandığı müzikten öbürü hazzetmiyor, birine kısık sesli gelen öbürünün dikkatini dağıtıyor. Aphex Twin’le Ferdi Tayfur’un ayrı köşelerden çaldığı bir ofise de tımarhane diyoruz.
6. Topuklu ayakkabı zulmü
Yakışana güzel oluyor, beceren çok da şahane yürüyor. Ama bu topuklu ayakkabıda asıl mesele, yer karolarında çıkardığı o sinir bozucu takırtı. Kafayı bir kere bu seslere taktınız mı, tozuttunuz demektir. Çünkü bir günde topuklu giyen kadın sayısı hiç de o kadar az olmuyor.
7. Oksijen istiyoruz
Bütün kötülüklerin anası nedir? Oksijensizlik. Ofis binaları genelde camları açılmayan plaza binalarıdır. Ciğere çekilen şey, bir aletin pompaladığı oksijen olur böylece. Bazı günler bu miktarın azaldığını hissedersiniz. İşte o depresyon sandıklarınız var ya, bazıları tamamen bu yüzden!
8. Tuvalet sırası
Ne kadar janjanlı bir bina olursa olsun, mutlaka tuvalette sıra bekleyeceğiniz günler olacaktır. Bu özellikle kadınlar tuvaleti için bir sorun gibi dursa da, gazetesiyle kapanan erkeklerin dışarıdakilere çektirdiklerini de unutmayalım.
9. Neredesin hijyen?
Sonuçta sokakta umumi bir tuvalette değiliz. Giren çıkan insan sayısı da belli gibi. Sene 2011, tuvalette deliği tutturamayanlar, klozete çıkanlar, sifonu çekmek yerine tuvalet kağıdıyla kamuflaja girişenler hâlâ çıkabiliyor ne yazık ki.
10. Tertipsizler
Gazeteleri atmaz, onu bunu saklarlar. Bazıları aile fotoğraflarıyla, bazıları incik boncuk ve hayvancıkla masayı doldurur. Paylaşılan bir masadan söz ediyorsak yandakilere saldırı kaçınılmazdır. Sadece bakmak bile etraftakiler için yorucu olabilir.
11. Yüksek sesle konuşanlar
Bazı insanların sesi doğuştan daha gür, kabul. Ama asıl mesele bilerek ve isteyerek yanındaki arkadaşıyla yüksek sesle konuşanlar. Bir de her telefon konuşmasını bu şekilde bize dinletenler vardır. En azından her şeyini öğrenmeyelim diye fısıldar insan.
12. Boynumuzdaki tasmalar
Artık girerken parmak izi, göz irisi okuyan binalar da var, fakat plaza dünyasında genel yöntem boyun kartları. Bu hem kimlik yerine geçer hem de çeşitli kapıları zortlatarak aşmanızı sağlar. Bazı işyerlerinde bu kartları gün boyu boynunuzda taşımak mecburidir. Kaybolmanızdan korkarlar.
13. Sürekli başarılarından bahsedenler
En fazla satışı o yapmıştır, en iyi grafik ondadır, en iyi haber onun imzasıyla çıkmıştır. Sürekli kendi başarılarını gözünüze sokmaya çalışan egosu pompalı arkadaşlar… Çekilmiyorsunuz.
14. Ortak kullanılan alet edevatı yok edenler
Makas olur, fotokopi makinesi olur, ortak kitaplar, gazeteler olur. Bazı ofis insanları bu tür ortak gereçleri hor kullanmayı sever, hatta sorumsuzca kaybeden model vardır. Bir de üzerine umrunda değilse, sinir katsayısı artar.
15. Kulaklıkla kendini kapatanlar
Tamam müziğine bizi maruz bırakmıyor ama kulaklığını takıp dış dünyayla ilişkisini kesen iş arkadaşı da potansiyel meseledir. Telefonu çalar duymaz, cep telefonunu kısmamıştır. Bir de arkadan biri seslenir, kaş-göz ve el-kol işaretleriyle uyarmak yakındakilere düşer.
16. Yardım mefhumunu bilmeyenler
Zorda kalana asla yardım etmeyen, oradaki varlığını sadece kendi işini bitirmek üzerine kuranlar vardır. Hoşlanılmaz. Garip ama yardım teklif edince kabul etmeyip illa kendi başına çözeceğini söyleyen de aynı derecede antipatiktir.
17. Oda için savaşanlar
Açık ofis falan takmayıp büyük oda olsun, içinde televizyon, televizyonu da tüpsüz olsun diye canını dişine takanlar… Farkında mısınız iş arkadaşlarınız size gıcık oluyor.
18. Aşağıdakiler-yukarıdakiler
Kendisini nimetten sanıp binada temizlik işçilerini, çayçıları, ofisboyları aşağılayan bir model vardır. Kendisi üst sınıftır, diğerlerine ‘sen’ diye hitap etmekten çekinmez hatta emir kipiyle konuşur.
19. Ofisi lise koridoruna çevirenler
Hep kakara kikiri, hep eğlence, hep muhabbet, hep bir laf sokma, komiklik yapma hali… Tamam, sürekli suratsız bir biçimde oturmamız şart değil ama işyerini yatılı okula çevirenler de can sıkabiliyor.
20. Her gün istifadan söz edenler
Az evvelki ergen modelin tersi bu da… Hep depresyon, hep şikayet, hep bir söylenme hali… Her gün istifadan söz edenler, emekliliğini hesaplayanlar. Tamam biz de bayılmıyoruz ama bu ruh haliyle de ömür geçmiyor.
21. Ultra düzenliler
Kendi masalarının düzenini sağlamak için bütün gün faaliyetleri yetmezmiş gibi, bir de gelip sizin masanızı düzeltirler. Bütün ofis, bütün plaza, bütün dünya temiz ve düzenli olsun arzusundadırlar.
22. Sabah sosyalliğinde sorunlu modeller
Bazılarında sabah coşkusu bol miktarda bulunur. Daha afyon patlamadan sohbet etmek, gülüşmek falan ister. Sabah insanı olmayan karşı taraf için eziyete dönebilir. Diğer tarafta selam sabah bilmeyen bir model vardır. Sıfır sosyallik de ayrıca çekilmez. Yüz yüze bakıyoruz yahu.
23. Susmayan telefonlar
Ofis hayatında en katlanılamayan ses, ayın anda çalan ve senkronize olarak altı dakika boyunca susmayan masa telefonlarıdır. Sabahları herkesin tam gelmediği saatlerde işkenceye dönüşür. Açmaya haliniz yoktur, bu sese katlanmaya hiç…
24. Ofiste kokulu yemek yiyenler
Çalışırken atıştırmak zevklidir. Ama pencereleri açılmayan bir ortama dışarıdan adana, urfa falan söylediğinizde etrafınızdakilerle külahları değişme ihtimaliniz vardır. Koku risklidir.
25. İş hayatına âşık olanlar
İşine bayılanlar, mesleğini sevenler, ofis dışında hiçbir hayatı olmayıp hayattaki varlığını kariyeriyle ölçenler, üstünün gözüne girmeye çalışanlar, gözünü hırs bürümüşler… Çift maaş mı veriyorlar, madalya mı takıyorlar? Bir uzak dursanıza…
RADİKAL (tamamı alıntı olan bu yazının; yine tamamı yaşanmıştır, yaşanmaktadır) :)

13 Ekim 2011

Durdurun dünyayı!

Her günüm inanılmaz bir hızla geçiyor, ben daha bugün neydi diye düşünürken bir diğerine geçmiş oluyoruz. Özellikle Eylül'ü yaşadık mı, yoksa takvimde bir atlama mı yaptık hala emin değilim. Lunaparkın birinde son sürat dönen oyuncaklardan birine binmişim, etrafta bir şey görmeye çalışırken gözlerim şaşı olmuş gibi bilincimi ha kaybettim ha kaybedeceğim. Bu kadar hızlı geçen zaman gözümü korkutuyor aslında. İçi bomboş muydu ki ağzımda tadı bile kalmadan geçip gidiverdi şu Eylül? Yoksa yoğunluktan mı takip edemedim takvimimi bilemiyorum. Evet nihayet, yeni şirketimde eski pozisyonumdan daha yoğun bir pozisyona atandım; bunu da atlamayalım...

Her çalışan+evli kadın bunu zaman zaman hissediyor sanırım. Çalışan+evli+çocuklu olanların önünde saygıyla eğiliyorum, siz gerçekten mucizeyi yaşatıyorsunuz. Çünkü ben sadece çalışan+ evli iken bile her şeyi mükemmel yapmak için uğraşırken kendimi deli gibi yorulmuş bulabiliyorum. Bazen düşünüyorum da bir de çocuk eklenseydi yetişmem gerekenlere onunda altından kalkabilir miydim acaba? Ya da herşeyi bir arada yürütmeye çalışan bizlerin durumu, aslında olması gereken mi? Mola verme şansında yok! Çocuğa sen otur ben biraz anneliğimden yıllık izin kullanacağım, canım kocacım sende kendi işlerini kendin gör ben rapor aldım denmezki...Bunların hepsine, kendi geliştirdiğin temponla koşmaya çalışınca sanırım böyle günlerden ne, hangi aydayız gibi sorulara sahip olabiliyorsun. Bunun sürekli olması ise tek kelime ile kabus olurdu. Bir bakmışsın ömrün bitmiş, "ee ama daha hiç bir şey anlamadım" derken bulursun kendini... Zamanın bu kadar hızlı geçmesinden bildimbileli haz etmem, bu yüzdendir ki kum saatleride pek sevimsiz gelir gözüme. Sanki zamanın geçip gittiğini daha bir gözüne sokar insanın.

İşte tüm bunları düşünürken ve düşüncelerimin hissettirdiklerini yaşıyorken, yavaşlamak istedim, hayatı yavaşlatmak ama bunu yapabilecek tek bir tuş, imdat çekici, acil durum kolu bulamadım. "Durdurun dünyayı hayır inmeyeceğim, sadece mola versek süper olur" diye seslenesim var herkese. Hepimiz suyun üstünde sırt üstü yatıp; kollarımızı,bacaklarımızı iki yana açmış halde tüy kadar hafif bekleyelim bir süre. Kimse hiç bir şey yapmasın, koşturmasın, sinirlenmesin,sıkılmasın, onu da yapmalıyım,bunu da diye kişisel hırslara kapılmasın, sadece uzanalım suyun üstüne tüy kadar hafif olana dek bekleyelim... olmaz mı?

8 Eylül 2011

Neden geldiniz?

Dünyaya geliş sebebiniz üzerine hiç düşündünüz mü? Ben uzun zaman önce sürekli bunu düşünür dururdum.-Benim inancım doğrultusunda- bu kadar kutsalsa, eşref-i mahlukatsa insanoğlu, kendisine verilen hayata, gün geçirmek için gelmiş olamaz. Görevlerimiz, insan olma tanımlarımız, sebeplerimiz olmalı... Sanırım iki ana sebebin altında, her insan için farklı açıklamaları var. Birinci sebep kendiniz için, ikinci sebep ise etki edeceğiniz tüm diğer insanlar için. Kendiniz için olan sebeplerinizi sizde olan eksiklikler belirliyor. Sizde ne yoksa onunla sınanıyorsunuz.

Mesela benim dünyaya geliş sebeplerimden bir tanesi sabırlı olmayı öğrenmek. Çünkü bildim bileli sabırsızım, her şey çok çabuk olsun isterim, neden bekliyorum ki diye söylenir dururum.Oysa nasıl güzel bir erdemdir sabırlı olmak, dervişlerin, erenlerin sırrıdır. Ve farkettim ki sürekli sabır ile imtihan ediliyorum, sabretmem gereken olaylar dizi dizi önüme geliyor. Sabredersem ne ala, alıyorum mükafatımı. Sabretmezsem şayet hep pişman oluyorum. O kadar çok örneği var ki hayatımda kendi adıma eminim artık. Ben ruhuma sabrı öğretmek için yaratıldım! Eğer ruhum bir gün bunu öğrenebilirse, kimbilir belki de başka bir öğretiye geçeceğim ve onunla olan imtihanım başlayacak. Böyle böyle tamamlanacak ömrüm ve sonunda bakılacak bana verilen sürede ne yapmışım. Belki sizde aynı konudan imtihan ediliyorsunuz ya da belki sizin ki dürüst olmak. Sürekli yalana meyledeceğiniz olaylarla imtihan ediliyorsunuz. Belki vefalı olmak, belki hoşgörülü olmak, kin tutmamak, yardımsever olmak ya da sadece sevmektir sınandığınız.

Hepsi kendiniz için olamaz elbet. Hayatına bir anlığına ya da bir ömürlüğüne girdiklerinize edeceğiniz etkiler var bir de. Yolda karşılaştığınız, tüm gün beraber çalıştığınız veya ailenizden biri için, vesile olduğunuz durumlar vardır. Siz dünyaya gelmişsinizdir çünkü, kardeşinize veya hiç tanımadığınız birine donör olacaksınızdır. Siz dünyaya gelmişsinizdir çünkü, birisi ile arkadaş olacak sonra da onu kötü bir alışkanlıktan koruyacaksınızdır. Siz dünyaya gelmişsinizdir çünkü, birinin kaybettiği inançlarını geri kazanmasına yardımcı olacaksınızdır, birinin terkettiği anne babası yerine geçeceksinizdir.Birinin umudusunuzdur, insanlık için büyük bir buluşa imza atacak, bir milletin yeniden doğmasına sebep olacaksınızdır. Sadece şifa dağıtacaksınızdır belki de kimsenin gitmek istemeyeceği yerlerde.

Süremiz biter, görevlerimiz tamamlanır ya da tam tersi; görevlerimiz biter, süremiz tamamlanır...Herşeyin bir sebebi olduğunu asla unutmayın ve bir dönüp bakın bakalım hayatınıza sizin sebepleriniz ne? Neler ile imtihandasınız? Sebeplerinizi keşfetmenizi diliyorum...

1 Eylül 2011

İstanbul Akvaryum- Florya



Bayramdır, tatildir dedim sevgili kocamıda taktım koluma çıktım akvaryum yoluna...
İstanbul Akvaryum dünyanın en büyük konsept akvaryumu-muş. Dünyada kaç tane daha "konsept akvaryum" var ya da var mı henüz öğrenmiş değilim sevgili okur. Ancak yinede bunun gibi güzel projelerin hızla artmasını canı gönülden istemekteyim. Her ne kadar uzaklarda bir yer olan Florya sahil yolunda da olsa gidin bir görün derim. Giriş 29tl.




Girişte herkesi çevirip "bir fotoğraf alalım" diyen fotoğrafçıyı reddetmeyip fotoğrafımızı çektirdik. Belki Gaziantep ya da Barcelona'da ki gibi güzel bir photoshoplama olur, satın alırız diye düşünerek (yanıldığımızı çıkışta fotoğrafı görünce anladık) turumuza başladık. Akvaryum yer yer türkiye tanıtımının yapıldığı(kapalı çarşı bile var o derece), karadeniz, ege , süveyş kanalı gibi bölümlere ayrılmış şekilde ortalama bir saatte gezebileceğiniz bir mekan. İçeride bir iki tane kafe, hediyelik eşya dükkanı da bulunuyor. Bana göre olmaması gereken ise; bir çok bölümde küçücük bir dışbükey camdan akvaryuma bakmanız istenmiş ki bayramda olan kalabalığı düşünürseniz pek de kullanışlı olmamış.Bu mercekler ile herşeyi olduğundan daha büyük görüyorsunuz ama orjinal boyutunda da o mürenler adam yer valla! Neyse şahsen ben daha büyük izleme alanlarına sahip bölümlerin daha çok olmasını tercih ederdim. Binbir çeşit balık ve deniz canlısını görebileceğiniz mekanda bir de küçük yağmur ormanları konsepti yaratılmış. İçeride yüzde doksanlarda bir nem, sıcaklık desen yeterince yüksek, insan aman da ne güzel yağmur ormanları diye sevinemiyor ama olsun yapmışlar ellerine sağlık. Bunun dışında bir bölümde yer yer su kirliliği farkettim ki buradan yetkililere sesleniyorum; o sular derhal temizlensin yoksa köpekbalıklarını salarım üstünüze! Yetkililer tamam, sıra halka geldi. Ey şuuru nerelerinde gezdiğini bilemediğim halk bu lafımda size; bin kere anons ediliyor, bin tane yerde yazıyor, hala "burası karanlık ama napiim" diyen ablalar, amcalar flaşla çat çat fotoğraf çekiyor. Şeytan dedi kendi makinenin flaşını patlat gözüne gözüne anlasın zavallıcıkların ne hissettiğini...
Böyle güzel bir yerde bile beni sinirlendirmeyi başaranları saymazsak güzel olmuş, keşke daha da çok örnek yapılsa derim ve sözlerime son verirken bana poz veren tüm güzelliklere teşekkür ediyorum yanaklarından öpüyorum.

23 Ağustos 2011

Doğumgünü

Her dönemde,nasıl kutladığınız ve önem verdiğiniz tarafı değişir doğumgünlerinin. Küçükken; en çok süslü püslü paketlerde, mümkünse her şeyin en büyük boyutlarda olanından,anne babanızdan,teyzelerden, belki çok yakınınız olmuş komşularınızdan gelecek hediyelerinizin olmasına sevinirsiniz. Paketleri açmak, içinden çıkan sürprize kocaman kocaman açılmış gözlerle bakıp sevinç çığlıkları atmaktır doğumgünü kutlamak. Pastayı parmaklamak, limonatadan bir fırt almak, masanın etrafında delice koşmak, "Masanın üstündekileri devireceksiniz" azarları eşliğinde coştukça coşmaktır çocukken doğum günü kutlamak.

Ergenlikte kutlanan doğumgünlerinde en belirgin özellik evebeynlerin dışlanması durumudur. Öyle teyzeler, amcalar, konu komşu hele hele anne baba davetsizdir gününüze. Arkadaşlarla mümkünse ev dışında bir kafede, izin çıkmadıysa ev toplantısı şeklinde düzenlenir. En önemli konu kimlerin geleceğidir. Mahalleye yeni taşınan, arkadaşının arkadaşı, ya da ders aralarında bakıştığın esas oğlan gelecek mi o önemlidir. En yakın kız arkadaşın ne giyecek, herşey bittiğinde arkadaş grubunun partin hakkında ne konuşacağı dünyanın en büyük olayıdır o ara.

Yetişkin olduğunda ise doğumgünün için kendi ellerinle bir parti düzenleyebilir, senin için düzenlenen sürpriz partilere dahil olabilirsin. Ofiste öğle arasında fısır fısır konuşan iş arkadaşların, toplamda onbeş dakika süren süper hızlı bir kutlama yapabilir. Eşin/sevgilin işyerine çiçekler,çikolatalar gönderebilir. Ya da sana geçen gün çok beğendiğin, o çok muhteşem bilmemneyi almayı akıl etmiş olabilir.Gözlerini kapatıp ya tutarsa diye bir dilek diler mumlarını üflersin.

Ve anlarsın ki; doğumgününde aslolan pırıltılı hediyeler, üç beş katlı pastalar, sosyalitesi tavan yapmış partiler değil, doğduğun için gerçekten mutlu olanların olmasıdır. Sağlıklı olduğun için, umutların olduğu için, huzurlu olduğun, nefes alabildiğin ve sevdiklerin hala yanında olduğu için şükredersin...
Mutlu Yıllar Bana!


22 Ağustos 2011

Sorular

Hiç birisi için çırpınıp durduğunuz oldu mu? Hatalarından döndürmek için günlerce anlatıp durduğunuz, anlaması için Allah'a her gün yalvardığınız, gözünüzün önünde ziyan ettikleri için kahrolduğunuz oldu mu? Öyle alelade değil de canınız kanınız birisi içinse bunlar kat be kat arttı mı kahrınız? İnsanın en büyük işkencesi kendini anlatamamak mıdır? Çarpıp çarpıp geri döndüğünüz en büyük duvar inat, gurur, adında aranıza örülmüş olan mıdır? Çocuğunuza tüm verebileceğiniz tecrübeleriniz iken bunları ısrarla kabul etmediğinde ne geldi elinizden? Elinizden bir şey gelmemesini hissetmek, herkesin kendi hayatı ve kendi seçimleri olduğunu kabullenmek çok mu zor oldu? Acı mı verdi bu? İçiniz oyulur gibi mi hissettiniz, göğsünüzün ortası yanar gibi mi? Sonunda üzüleceğini bildiğiniz, sizin ondan daha çok üzüleceğinizi anlatamadığınız biri oldu mu hayatınızda? Bütün dileklerinin gerçekleşmesini kendinizinkilerden daha çok istediğiniz biri oldu mu? En sevmediğiniz duygu hangisi? Çaresiz kalmak mı? Çarelerinize ulaşamamak mı? Siz ne yaparsanız yapın hayat bildiğini okuyor; kaç yaşında farkettiniz bunu? Ya da hiç farkettiniz mi? Endişe etmek, yarın için tasalanmak boşa, çünkü yarının varlığı bile muamma...bildiniz de kabul edebildiniz mi bunu?

14 Ağustos 2011

Hayallerim

Hayallerim var benim bitmek tükenmek bilmeyen hayallerim...Kurarken rüzgarların yüzüme yüzüme estiği hayallerim...
Mutluluk hayalim var mesela; çok mutlu olduğumu hissettiğim anlarda bir kaç saniyeliğine kurduğum, tebessüm ettiren. Mutlu eden anın durduğu ama benimle birlikte o anı yaşayan herkesin kat be kat mutlu olduğu, köpürüp taşan içecekler misali kahkahaların taştığı hayalim.

Hayal kırıklığı hayalim var mesela; çok üzülüp dibe vurduğumda, ellerimden sıkıca tutup avuçlarını hissettiğim, beni asla bırakmayacağını bildiğim, sıkı sıkı tutunduğum, "hadi yapabilirsin" diyen sesini duyduğum, yaratıcımın kurtarıcımın hayali.
Heyecan ve coşku hayalim var mesela; bu duyguları yaşayıp da mekan,zaman gereği, belli edemediğimde kurduğum. Aynı çocukken yaptığımız gibi, pervane misali kendi etrafında dönerek, bir daha bir daha dönerek;çığlıklar attığım;hayalim.

Huzursuz zamanlarımın, korktuğum anlarımın hayali var mesela; her bir köşesini tek tek gezdiğim, adını bilmediğim bir yer. Dağlara sırtını dayamış yemyeşil arazinin ortasında evimiz var, küçük, sıcak evimiz. Kumsala, okyanusa bakan yüksek kayalıklarla çevrili;sonsuz yeşilliğin üzerinde ki söğüt ağaçları arasında yürüyorum...Ayaklarımı serin çimenler;taşıyor, galiba cennetimdeyim...

11 Ağustos 2011

Bir Canlıyı Evlat Edinin





WWF(Doğal Hayatı Koruma Vakfı) adını mutlaka duymuşsunuzdur. Bir gün dergilerden birini karıştırırken gördüğüm reklamlarından yola çıkarak web sitelerine http://www.wwf.org.tr/ girip kimlermiş, neler yapıyorlarmış öğrenesim geldi. Yapabileceklerimiz o kadar çok ki, hepsini bu sitede bulabilirsiniz.
İyi ki yapmışım iyi ki de harekete geçmişim diyeceksiniz


Kendilerinden bahsetmek gerekirse dünyada 100’den fazla ülkede çalışmalar yürüten uluslararası bir doğa koruma kuruluşu.Türkiye çalışmalarını bağışlar ve kurumsal sponsorluklar ile yürüten kâr amacı gütmeyen bağımsız bir vakıftır ve doğa korumada 30 yılı aşkın süredir sayısız başarılı projeye imza atmış. Algıyı daha gerçekçi kılmak gerekirse iklim değişikliği ile mücadele, ülkemizin eşsiz benzersiz ama bir o kadar özensiz davranılan doğasını korumak ve en önemlisi "yaşam tarzlarımızı değiştirmek" amacıyla çalışan güzel insanlar topluluğu diyebilirim.



Çok güzel düşünülmüş bir sürü kampanya ile destek verebilme şansınız var. Küçük meblağlar ile bağış yapabilir; bir orfoz balığını, saz kedisini ya da deniz kaplumbağasını evlat edinebilir, gönüllü olarak çalışabilir, sadece duyulması için bile destek olabilirsiniz.
Hatta özel günlerde hediye olarak verebileceğiniz bu sertifikaların, nikah davetiyesi/şekeri olarak kullanabileceğiniz alternatifleri de mevcut.
Ailemizin ilk evlat edinme güzelliğini de gerçekleştirdim ve artık bir küçük deniz kaplumbağasının anne ve babasıyız. Gerçi yavrumuzu bağrımıza basma, kendisine pembe mavi patik, önlük gibi bilimum bücürük eşyaları alma şansımız yok ama olsun.
Yaşayan herhangi bir canlının hayatına ufacık da olsa pozitif bir etki katmak tarifsiz bir duygu. Biliyorum ki orada bir yerlerde benim katkımla hayatını daha iyi sürdürebilecek bir nefes alan var. İnanılmaz mutluluk verici bu olayı herkese tavsiye ediyorum.



Not: Şöyle de güzel bir sertifikanız oluyor:















9 Ağustos 2011

...ve blog hayatımın içine usulca girer

Her yerde duyup da kulak asmayıp, nice sonra kayıt olduğum facebook hikayem gibi blog hikayem de, moda zamanında değilde, içimden yapmak geldiğinde yaptığım bir hareket olarak takvimime eklendi. Aslında bunu yapmam da oradan buradan görüp, haydi bir blog açıp bir kenarda saklayalım yerine "yapıyorsan hakkını ver" duygusu etkili oldu. Sürekli eski usul kalem kağıt ikilisi ile sağda solda yazıp durduğum, yazdıklarıma sinirlenip yırtıp attığım, yazmakla tatmin olamadığımda çizdiğim -ki uzun zamandır bunu yapmadım- sayfalar dolusu karalamalar vardır.
Gretchen Rubin'in halen okumakta olduğum Mutluluk Projesi kitabı (kitap hakkında ki nacizane yorumlarımı daha sonra paylaşacağım) bir çok konuda olduğu gibi blog konusunda da bir farkındalık yarattı. Söylemek, paylaşmak istediklerin yok mu o zaman ne duruyorsun aç bir blog belki faydalı bile olursun dedim kendime. İyi de nasıl? Bu konuda tek bir fikrimin bile olmadığını ama yüce web dünyasının beni karşılıksız bırakmayacağını düşünerek parmaklarımı sıvadım. Üç beş tık sonra ana hatları ile bir blog sayfası oluştu bile. Nasıl heyecanlandığımı, mutlu olduğumu Gretchen'ın görmesini isterdim. Kendisi ile karşılaşmış olsak "evet gretchen mutluluk projende yer alan adımlarından bir tanesi olan blog aç önerin beni olduğumdan daha da mutlu etti, teşekkürler" der, halini hatrını sormayı ihmal etmeden misafirperverlik ile akşam yemeğine de çağırabilirdim.
Hayatımda son dönemde kendim ile ilgili aldığım kararlardan biri olan blog sahibi olmak maddesine de bir tik koyarak, ilerliyorum haydi rastgele...